dc.description.abstract | Müslümanlar, tarih boyunca, hem kendi aralarında hem de farklı inanç ve düşünce havzalarından beslenen insanlarla dinamik bir ilişki içinde olmuşlardır. Bu dinamik ilişki biçimi, İslam düşüncesinin birbirinden farklı tutumları ve kabulleri barındıran, kendisini farklı yerlerde konumlandıran çeşitli fikrî ve amelî okuma biçimlerini müsamaha ile karşılamış ve böylece zengin bir tecrübeye sahip olması sonucunu doğurmuştur. Şuna özellikle dikkat etmek gerekir ki, İslam düşüncesinde farklı eğilimlerin yaşaması ve kendilerini alabildiğine özgür bir atmosferde savunması için gereken barış ve saygı ortamını hazırlayan onu günümüze taşınmasına imkân veren en temel yapı taşlarından biri, güçlü eleştiri geleneğidir; diğeri ise engin tahammül ahlakıdır. Beşer doğası gereği, masum değildir. Ne kadar derin düşünse de, ne ölçüde güçlü muhakemelerle görüş ve anlayışını esas delillere dayandırsa da bu durum değişmez. Bu demektir ki kimi insanlar düşüncede veya pratik hayatlarında birtakım hatalar yapacaklardır. Hatanın çok büyük bir âlim ve düşünce adamından da sadır olması muhtemeldir. Bu bağlamda İmam Malik Resûl’ün (sas) kabrini göstererek: “Burada yatan zatın dışında görüşü terk edilemeyecek hiçbir insan yoktur” tespitinde bulunmuştur. Bir de insanların farklı eğilim, mizaç ve ahlaka sahip oldukları göz önünde bulundurulursa onların her konuda ittifak etmelerinin mümkün olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Buna göre insanların farklı düşünce ve anlayışlara sahip olması kaçınılmazdır ve bu o kadar büyütülecek bir mesele değildir. Aynı mezhebe bağlı âlimler arasında bile mezhebin görüşlerinin yarısını oluşturacak kadar ihtilaf olabilir, olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Demek ki, tenkit gereklidir. Kişileri ve kurumları kutsamak doğru değildir. Bu mutlak manada bir felaket ve tefrika sebebi de değildir. Bu konuda Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve Züfer gibi âlimlerin aralarındaki binlerce farklı görüşe rağmen her hafta beraber ders ve mütalaa yapmaları bu konuda harika bir misaldir. | tr_TR |